Bu filmi gecenin bir yarısı izlemeyin.Çünkü gecenin bir yarısı karnınıza koca bir yumruk yemiş gibi oluyorsunuz ve varolan uykunuz birden kaçabiliyor. Nerden mi biliyorum çünkü aynısı başıma geldi.Bazı filmler vardır ki insanı oldukça derinden etkiler.Öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmaya başlar insan izlediği filmleri.The Selfish giant da bu filmlerden biri.Clio Barnard’in yazıp, yönettiği 2013 yılı yapımı The Selfish Giant’da, Bradford’un varoşlarında yaşam mücadelesi veren işçi sınıfı ailelerin kıyıda köşede kalmış, yaşam mücadelesindeki küçük insanların izledikçe büyüyen hikayesine tanık oluyoruz. Oldukça basit bir hikaye(en azından filmin başları),basit oyunculuklar, gerilimi ve hüznü alttan müzikle beslemeden bu kadar sarsıcı bir film kotarabilmek hele yönetmen Clio Barnard’ın ilk yönetmenlik denemesi olarak bakıldığında takdire şayan bir durum.Basit hikayeden kasıt öyle türlü hollywoodvari kurgu hileleri, girift karakterler,ilişkiler,uzun karmaşık diyaloglar vs olmadan tüm çıplaklığıyla ekrana yansıtılan insanlar ve hayatlarından bahsediyorum. Aslında basit değil de yalın demek daha doğru olur sanırsam. Hayata tutunmaya çalışmak. İnsanlık tarihi kadar eski, hiç eskimeyen, o kadar yalın bir o kadar da derin mevzu.
Okula ihtiyacı olmayan, zira hayatta kalmak için hiçbir bilgi vermeyen yozlaşmış eğitim sisteminin gereksizliğini en başta anlamış, yaşam kavgasında çalışıp para kazanmak zorunda olan insanların ortasındaki hikayemizin kahramanları Arbor ve Swifty ilk karşılarına çıkan fırsata yani hurdacılığa sarılıp kendi deyimleriyle yırtma peşindedirler. Tabi kısa yoldan çok para kazanma hayalini satan kapitalizmin sonucu olarak hiçbir donanımları ve sabırları olmayan ikilimiz çocuk başlarına kaldırabileceklerinden daha fazlasını sırtlarına yükleyip büyümek zorunda olduklarından belanın uçlarında gezmeye başlarlar.Sonrasını anlatmak istemem,kelimelere dökülemeyecek bir son ve boğazda koca bir yumru o kadar.
Arbor karakterine hayat veren Conner Chapman o kadar devleşiyor ki hikayenin gerçekçiliğine büyük katkı sağlıyor. Sanki anlatılan bir kurmaca değilmiş de bizzat Conner Chapman’in belgeselvari hayatını izliyormuşuz gibi. Aynı şekilde hafif saf Swifty’ye hayat veren Shaun Thomas da takdire şayan oyunculuk ortaya koyuyor. Filmin bir diğer esas karakteri de İngiltere varoşlarının gri, puslu, yağmurlu soğuk atmosferi. Güneşsiz puslu hava insanların umutsuzluklarını, çıkmazlarını çok güzel yansıtıyor.Çoğu yerde çocuk ikilimizden rol çaldığı kesin.Bu atmosfer aynı Ken Loach filmleri tadında. Hatta Loach’un ilk filmlerinden Kes(Kerkenez)’deki Billy’ye çok benzettim Arbor’u. Hem çelimsiz vücütları hem de büyümek zorunda kalışları çok benziyordu. Tabi Arbor’un hiperaktivite ve dikkat eksikliğinden müzdarip yapısı ve iyi-kötü dengesini kuramaması Billy ile ayrılan yönlerinden ama her ikisinin de sindirilmiş işçi sınıfının itilmiş cocukları olarak yaşama tutunma çabaları o kadar ortak ki. Dünyanın her yerinde acımasız kapitalist sistem çemberin dışında kalanları var gücüyle ezerken, imaj olarak dünyanın en uygar,en yaşanılası ülkesi olarak pazarlanan Britanya’da durum hiç de öyle değil. Hatta diğer ülkelere nazaran kapitalizmin en çetin sömürüsü bu tür ülkelerde yaşanıyor. Ken Loach ne güzel anlatır kıyıda kalmış ezilmiş işçi sınıfının hikayelerini. Geçtiğimiz yıllarda Torino film festivalinde kendisine verilecek onur ödülünü düzenleyici kurumun taşeron işçi çalıştırmasını protesto ederek almayı reddetmişti. Ne güzel insanlarsınız siz Ken Loach, Clio Barnard ve daha nice emekçi sinemacılar.
The Selfish Giant; hazmı kolay olmayan, üstüne düşündüren nadir filmlerden biri. İzlememişseniz çok şey kaybettiğiniz kesin. Mutlaka izlenilesi. 9/10