The Last Dance, Bir Psikopatın Son Dansı

Michael Jordan’ın fırtınalar kopartan son belgeseli The Last Dance, bu hafta yayınlanan son iki bölümüyle birlikte maalesef bitti. Basketbol dahil tüm spor etkinliklerinin ertelendiği şu günlerde deyim yerindeyse çölde vaha misali basketbol özlemimizi bir nebze de olsa dindirdi bu belgesel. 

Her bölümü yaklaşık 5 milyon kişi tarafından izlenen, 500 saati aşkın arşiv görüntüleriyle oluşturulan bu enfes belgesel özellikle Jordan’ı canlı izlememiş z kuşağı için o zamanları göstermesi bakımında baya önemli. Zaten kulislerde Jordan’ın bu belgesel yapımına onay vermesi sebepleri arasında yeni kuşak gençlerin “goat” (greatest of all time/tüm zamanların en iyisi) tartışmalarında kendisini Lebron James arkasında görmelerinden dolayı bu kararı aldığı da düşünülüyor. Her ne kadar Michael Jordan belgeseli olarak lanse edilse de, sadece belgesele adını veren 1997-1998 Chicago Bulls’un son sezonu değil, Jordan’ı Jordan tüm etkenleri de izliyoruz aslında. 

Michael Jordan’ı uzun uzadıya anlatmak mümkün değil.  Basketbol konusunda dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu olmasının yanı sıra NBA’in şu an dünyada bu kadar popüler olmasının yoluna açan büyük bir pazarlama metası ve kendi ayakkabı markasını yaratarak milyar dolarlık basketbolcu ürünleri pazarını da yaratan öncü bir iş insanıdır da kendisi. Tabi tüm bu yarattığı maddi büyüklük kapitalizmin neferi olması etiketini beraberinde getirmiş, böylelikle 90’lı yıllardaki kapitalizmin ve post-modernizmin Michael Jackson ile birlikte yüzü olmuştu da diyebiliriz. İşte bu yüzden sadece basketbolcu tanımından çok “fenomen” tanımını kullansak yanlış yapmamış oluruz.

Jordan’ın hem kişisel hem de basketbol hayatı sanki senaryosu yazılmış bir film gibi aslında.Amerika Birleşik Devletlerindeki afro amerikan halkın suçla iç içe bırakıldığı, bireysel kurtuluşun hemen hemen hiç olmadığı bir coğrafyada siyahi gençlerin suç ve uyuşturucu batağına kapılmadan kendilerini bulabildikleri yegane ortam genelde spor oluyor. Siyahi ırkın basketbol sahasındaki avantajı dolayısıyla kendi yaşıtları gibi Jordan da basketbol ateşine kapılarak kendini ifade etme alanı yaratmış oluyor. Ama onu diğer oyunculardan ayıran en önemli özelliği de sonu gelmeyen kazanma hırsı oluyor.  Hatta bu kazanma hırsı basketbol sahasını da aşarak kumar sorununa da sebep oluyor ve babasının ölümüne dahi sebep olduğu düşünülen mafya-kumar-bağımlılık üçgeninde kariyerinin en büyük çıkmazına da girdiği görülüyor. Babasının öldürülmesi sonrası içindeki basketbol oynama güdüsünün kaybolduğunu öne sürerek çocukluk hayalim dediği beyzbola yönelmesi bugüne kadar anlatılan bir hikayeyken, o zamanın NBA başkanı David Stern’in NBA’in imajına zarar verdiği nedeniyle Jordan’ı ara verdirtmek zorunda bıraktığı iddialarına da yer vermesi ,her ne kadar bu iddianın asılsız olduğu vurgulansa da basın bu duruma çok ilgi göstermiş ve bu baskı durumunda Jordan’ın mental olarak ne kadar zorlandığını da görebiliyoruz.

Last Dance, geniş arşivi ile görsel anlamda oldukça doyurucu bir seyirlik sunsa da, yönetmen Jason Hehir’in anlatıdaki dramatik yapıyı güçlendirmek için kahramanın karşısına çıkardığı kötü adamı Jerry Krause üzerinden vermesini açıkçası biraz yadırgadım diyebilirim. Evet belki o zamanlarda Jordan, Pippen, Phil Jackson’un Bulls’un o günlerdeki genel müdürü Krause ile yaşadıkları sorunlar aşikardı, ve tarafların birbirinden haz etmediği biliniyor ama anlatıdaki bu karşıtlığı Krause üzerinden kurup kulübün sahibi Jerry Reinsdorf’un bu denklemde pek de suya sabuna dokunmayan biri olduğunu düşünmüyorum açıkcası.  2017 yılında hayatına kaybeden Krause’nin bu belgeselde cevap hakkını kullanamıyor olması zaten başlı başına bir sorunken, o zamanlar aldığı kararları takım sahibinden bağımsız aldığını düşünmek pek de inanılır gibi değil. Mesela takımın dağılmasının başlangıcı olarak Scottie Pippen’ın uzun vadeli kontratı sebebiyle değerinin çok altında aldığı para üzerinden Krause’nin bunu düzeltebilirdi ama yapmadı savı bence geçerli değil. Zira Chicago Bull yönetimi bugüne kadar cimriliğiyle ün salmış bir kulüp ve Krause sonrası da bu tavırları devam etmiştir. Demek oluyor ki kulübün bu kültürü takımın sahibi Reinsdorf’tan kaynaklanıyor. Ölmüş bir kişiyi günah keçisi olarak belgesele dahil etmek, her ne kadar doğru olduğunu gösteren detaylar içerse de tek başına olacak kadar bir kişiye yıkılması bence doğru değildi.

Sonuç olarak The Last Dance, Michael Jordan fenomeninin genç kuşaklara aktarılması bakımından oldukça faydalı, o zamanları yaşayanlar için hoş bir nostalji yaşatan ve en önemlisi basketbola açlık duyduğumuz bu günlerde ilaç gibi gelen bir yapım. Sadece basketbola ve spor belgesellerine ilgi duyanların değil herkesin izlemesi gereken şahane bir yapım diyebilirim kesinlikle.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s