Dijital Platformlar Rehberi 4 – Bu Hafta Neler Izledim?

Sibel (Blutv)

Sibel, yönetmenliği ve senaristliği Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti tarafından gerçekleştiren 2018 çıkışlı bir film. Damla Sönmez’in başarıyla hayat verdiği 25 yaşındaki Sibel, babası ve kız kardeşi ile birlikte Karadeniz’in küçük bir köyünde kendi halinde bir yaşam sürmektedir. Çocukken geçirdiği bir hastalık sonu konuşamayan Sibel, bölgenin eski bir geleneği olan ıslıkla konuşma sayesinde çevresindekilerle iletişim kurabilmektedir. Günün birinde köye gelen bir yabancı ile hayatı değişecek olup, köy halkının yargılayıcı düşünceleri arasından sıyrılıp kendi varoluşunu kanıtlama çabasına girer Sibel. Islıkla haberleşebilen dilsiz bir genç kız rolü oyuncular için oldukça zor bir rol, tamamen hareketlerle kendini ifade edebilmek, seyirciye aktarabilmek büyük bir maharet ister. Bütün bu zorluklara rağmen Damla Sönmez’in bu ağır rolün altından başarıyla kalktığını söyleyebiliriz. 

  • Lupin (Netflix)

Maurice Lebanc’ın ünlü roman serisi Centilmen Hırsız: Arsen Lüpen karakterinden esin alarak günümüz Paris’in de kendi adaletini arayan Assene Diop adlı bir hırsızın hayatına odaklanan Lupin dizisi, Netflix’in son dönemde artan uluslararası yapımları arasında en dikkat çeken yapımların başında geliyor. Intouchables ile uluslararası üne kavuşan Omar Sy’ın başrolünde yer aldığı dizide Sy’ın canlandırdığı Assene Diop, yıllar önce haksız yere suçlanan ve bu yüzden hayatını kaybeden babasının adaletini Arsen Lüpen’den ilham alarak bulmaya çalışıyor. İnternette özellikle Ekşisözlük’te çoğu eleştirinin ortak noktası hikayede oldukça fazla mantık hayatının olduğu yönünde. Bu tür mantıkla kurmaca film dünyasını anlamak çok zor. Hele polisiye gibi içinde çok fazla teknik detayların bulunduğu bir kurmaca dünyayı gerçek dünya algısı ile okumak çok ciddi sonuçlar doğurabilir. Adı üstünde Lupin dizisi bir hırsızın hayatını anlatan kurmaca bir yapım, yani sanki gerçek bir hırsızın yaptıklarını belgesel olarak anlatıyormuş gibi bakmak bence hatalı. Evet, izlerken belki konunun içine dahil olma anlamında bu tür mantık(!) hataları izlemeyi zorlaştırıyor olabilir ama benim açımdan bu bir sorun teşkil etmiyor. Hatta dizinin ilham aldığı Arsen Lüpen edebiyat serisini okumuşlar bilir, kitaplarında bolca yaşam iksiri, simya, büyü gibi metafizik öğeleri de barındırıyordu. Dizi de ise şimdilik bu tür öğeler bulunmuyor. Sonuç olarak elbet bir baş yapıtla karşı karşıya değiliz ama diziyi kurduğu dünyayı fantastik yönden inandıran, sonraki bölümleri merak ettiren, keyifli bir seyirlik olarak nitelendirebilirim.

  • One Child Nation (Amazon Prime)

2019 Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü (Belgesel) kazanan One Child Nation, Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1979 yılında artan nüfusun önüne geçebilmek için yürürlüğe koyduğu ve 2015 yılında yürürlükten kaldırdığı tek çocuk politikasının sonuçlarını gözler önüne sergileyen muazzam bir belgesel. Çin’in Mao döneminde yanlış ekonomik tarım politikaları sonucu kendini kendini besleyebilecek gücünü kaybetmesi ile ileride açlığa neden olacağı gerekçesiyle her bir aile için sadece bir çocuk yetiştirebileceği bu politikası uzun yıllar sonra işe yaramadığı anlaşılacaktı. Oysa o yıllarda devlet bu politikasının üstünde çok durmuş ve buna uymayan ailelere maddi-manevi yaptırımlar uygulamıştı. İlk zamanlar birden çok çocuk doğuran ailelere evlerine zarar verme ceza yöntemine gidilmiş, bu cezalar da yeterli olmayınca ileri gebeliklerde zorunlu kürtaja, zorunlu kısırlaştırmaya ve gizli doğan çocuklara el koymaya kadar gidecek insanlık dışı yöntemlere başvuracaklardır. El konulan çocukların Amerika ve Avrupa’lı ailelere sokakta bulundukları yalanlarıyla evlatlık verilmeleri işin boyutunu uluslararası bir skandala dönüştürüyordu. Tüm bu yaşananlar tabi yeni ortaya çıktığından o zamanlar bunların hiçbiri bilinmiyordu ve işin daha acıklı tarafı devletin desteklediği propagandalarla bu politikanın ne kadar önemli olduğu vurgulanıyordu. Şimdi ise yine aynı devlet aynı propaganda yöntemleri ile aileleri birden fazla çocuk yapmaları yönünde telkinde bulunmaları ise işin ironik tarafı. 

  • The Perfect Candidate (Mubi)

Suudi Arabistan’ın ilk kadın sinemacısı Haifaa El-Mansour’un 2019 yapımı filmi The Perfect Candidate (Mükemmel Aday) , Suudi Arabistan’ın kadınlar için tüm kısıtlayıcı anlayışına rağmen tıp eğitimini alarak doktor olan Meryem’in kliniğin önündeki yola asfalt döktürme amacıyla yerel yönetime aday olmasıyla başlayan mücadelesini anlatıyor. ilk başlarda basit bir yol yapım talebi, zaman geçtikçe kadınların ataerkil düzende yönetime aday olması ve seslerinin daha yüksek duyulması için bir feminist harekete dönüşüyor.Filmin bir diğer mücadele konusu da sanatın ve sanatçının toplumdaki yerini ve kabul edilme mücadelesini  gözler önüne seriyor. Meryem’in ud sanatçısı babası ataerkil düzende her ne kadar erkek olsa da pek hoş görülmeyen sanat dalıyla ilgilendiği için de kabul görmesi pek kolay olmuyor. Yakın zamana kadar araba sürmeleri bile yasak olan Suudi Arabistan kadınlarının toplumsal kazanımlarını ataerkil düzenin lütfetmesiyle değil sosyal hayattaki bu tür devrimci mücadeleleri ile kazanacaklarına dair güzel bir örnek. 

  • Last Flag Flying (Blutv)

Hal Asby’nin yönettiği, Jack Nicholson’un başrolünde yer aldığı 1973 yapımı The Last Detail filminin bir nevi devamı niteliğindeki Last Flag Flying; Richard Linklater yönetmenliğinde Steve Carrell, Bryan Cranston, Laurence Fisburne’lu kadrosuyla oldukça iddialı bir yapım. Her iki film de Darrl Ponicsan’ın romanlarından uyarlama olsa da Last Flag Flying tam anlamıyla Last Detail’in devamı değil, bir nevi ruh arkadaşı denilebilir. Vietnam savaşı zamanı geçen ilk filmde adi bir suçtan dolayı askeri cezaevine gönderilen er ve onu teslim etmek için götüren iki askerin hikayesini anlatıyordu. Bu son filmde de yaklaşık otuz yıl sonra, bir zamanlar askeri hapishanede yatan eski askerin (Steve Carrell)’ın Irak’ta ölen oğlunun cenazesini almak için iki eski askerlik arkadaşından yardım istemesiyle çıktıkları yolculuğu izliyoruz. Yönetmen Linklater, romanların yazarı Ponicsan ile ortak kaleme aldığı senaryoda karakterin adlarını ve hikayelerini değiştirerek tam anlamıyla bir devam filmi olmasına neden oluyor. Böylelikle hikaye açısından organik bağı bulunmayan bu iki filmin tek ortak noktası üç asker kökenli insanın bir amaç uğruna çıktıkları yolda hayatlarını sorgulamalarının hikayesi oluyor. Tabi bu bağlantının dışında filmleri ayıran özellikler de mevcut. En büyük ayrım da Last Flag Flying’de savaşın nedenselliği üzerine bir savaş eleştirisi barındırıyor olması.  Kahramanlarımız yol boyunca kendisini ülkesi adına feda edenlerin bu hizmetlerini yüceltirken, bunu ne için yaptıklarını da sorgulamadan geçmiyorlar.

  • Teleskopuma Takılanlar (Gain)

Erdem Topsakal’ın pandemi dönemi evde can sıkıntısını gidermek ve yıldızları incelemek için aldığı teleskopunun vizörünü zaman geçtikçe insanların gündelik hayatlarına ve İstanbul’un saklı güzelliklerine çevirdiği programı iki-üç dakikalık kısa sürelerinde içerdiği hikayeler ve görüntülerle keyifli bir İstanbul panoraması sunuyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s