Dijital Platform Rehberi 3 – Bu Hafta Neler İzledim?

— Bahsi geçen dizi ve filmlere dair spoiler içeren bilgiler olabilir–

  • I Care A Lot (Netflix)

‘Ne olursa olsun hayatta kalma’ temalı filmlerin en önemli özelliği ana karakterin seyirci ile özleştirilip önüne çıkan tüm engellerde seyirci ile birlikte o engellerin birlikte aşılmasıdır. I Care A Lot bu klişe durumu tersine çeviriyor ve en baştan seyircinin tüm nefret edeceği özellikleri ana karakterine yükleyerek daha ilk saniyeden karakterimiz ile mesafe koymamıza neden oluyor. Hal böyle olunca Rosemund Pike’ın başarıyla canlandırdığı Marla karakterinin karşışına çıkan acımasız mafyayla bile özdeşleşim kurabiliyoruz. Hiç düşmeyen ritmi ve yüksek gerilimi ile izleyicisini kötü ile daha kötü arasında seçim yaptıracak pozisyona sokarak ahlaki bir sorgulamaya iten film, ustaca kullanılmış bir nevi deus ex machina twisti ile de gönüllere su serpmeyi biliyor.

  • Ramy (Blutv)

 Komedyen Ramy Youssef’in kendi hayatını baz alarak projelendirdiği Ramy dizisi son zamanlarda izlediğim en komik ve en eleştirel dizi olabilir. Yıllar önce Mısır’dan göç eden ailesi ile birlikte New Jersey’de yaşayan Ramy, mensubu olduğu Müslüman cemaati içerisinde kendini bulma yolunda, yer yer gülmekten yerlere yatıracak derecede absürt anlarla bezeli yaşadığı kimlik karmaşasına tanık oluyoruz. Özellikle 11 Eylül sonrası Amerikan kamuoyunda oluşan islamofobiyi ve onun üzerine kendi din öz eleştirisini de katarak çok güzel özetliyor. Tüm bu anlattıkları içinde hiç bir anlayışı yüceltme ve ya yerme pozisyonuna geçmemesi beni en çok çeken özelliği. Hem kendi cemaatlerin modern dünyaya adapte olma sürecindeki sancılarını aktarırken, modern batı dünyasının oryantalist bakış açısını da göstermeyi ihmal etmiyor

  • One Night in Miami (Amazon Prime)

25 Şubat 1964 gecesi tarihi bir maçla Sonny Liston’u yenerek dünya ağır sıklet boks şampiyonu olan Muhammed Ali’nin; insan hakları aktivisti Malcolm X, soul müziğin babası Sam Cooke, NFL tarihinin en başarılı oyuncularından Jim Brown ile birlikte geçirdikleri hayali geceye tanık oluyoruz. 60’lı yılların başı siyahi halkların mücadelesinin yavaş yavaş doruğa çıktığı yıllar. O zamanlar daha müslüman olmadan Cassius Clay adıyla boks dünyasında fırtına gibi esen Muhammed Ali, daha çok siyahi halkların var olma mücadelesinde bir aktörken, Malcolm X ile arkadaşlığının bir devamı olarak İslamı seçmesi ile birlikte mücadelesinde yeni bir cephe daha açılmış olup, müslüman cemaatinin de sesinin çıkması için çaba göstermiştir.  Tüm bu siyasi iklimde bilindiği üzere Malcolm X 1965’te, Martin Luther King ise 1968’de suikaste uğrayarak bu mücadele büyük yaralar almıştı.  Tabi bu darbeler sonrası barış ve kardeşlik dilinin hakim olduğu mücadele gittikçe radikalleşmiş ve Kara Panterlere kadar giden bir süreç yaşanmıştı. Filmde geçen geceye dönecek olursak, bu dört önemli karakterin arkadaşlıkları ekseninde o yılların siyasi iklimini konuştukları, her ne kadar hepsinin şöhretlerinin doruklarında olmalarına karşın ırklarından dolayı yaşadıkları zorlukları dertleştikleri bir nevi arınma gecelerine tanık oluyoruz. 

  • Ah Gözel İstanbul (Mubi)

Eremya Çelebi Kömürciyan’ın 17. yüzyılda yazdığı İstanbul Seyahatnamesinin rotasını 21. yüzyılın İstanbulun takip ederek bu kadim toprakların beş yüzyıllık karşılaştırmasını aktaran Zeynep Dadak imzalı belgesel, İstanbul sevdalıları için harika bir seyirlik sunuyor. İstanbul’un değişip değişmediği, eskiden daha güzel olduğu vsç hiçbir zaman bitmeyecek bir tartışmadır. Özellikle son yıllardaki siyasi iklimden dolayı oldukça farklılaşan İstanbul üzerinden geçmişe özlem duyulması normal bir durum ama ben bu duruma pek katılmıyorum. İstanbul’un hep geçmişte iyi olduğunu, her zaman kötüye gittiğini düşünmek bence bu topraklara bir hakaret olmalı. Her devrin kendi dinamiklerinin olduğunu ve kendi şartları içinde bir İstanbul tasviri doğduğunu unutmamak gerek. Hal böyle olunca belgeseli izlerken ‘eskiden anlatılan İstanbul ne güzelmiş’ romantizminden kurtulup aradan geçen beş yüzyıldaki siyasi ve toplumsal değişimlerin İstanbul üzerinden bir özetini izleyip anlamak daha önemli diye düşünüyorum.

  • Tenere (İKSV Şubat Seçkisi)

Bisikletle yaptığı Afrika seyahati ile tanıdığım ve sosyal medya üzerinden keyifle ve kıskançlıkla takip ettiğim Hasan Söylemez’in ödüllü belgeseli Tenere’yi uzun zamandır merak ediyordum. Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri Nijer’in Agadez şehrinden Libya’ya çalışmak için giden işçilerin büyük cefa dolu yolculuklarını izliyoruz. Bir yandan ekonomik sıkıntılardan dolayı hayal bile kuramayan, anı kurtarmaya çalışan insanların ailelerini geçindirmek uğruna giriştikleri büyük bir savaşı izlerken, bir yandan da Nijer’den Libya’ya dünyanın en çetin yerlerinden biri Sahra Çölünün tam ortasındaki doğayla girişilen savaş da tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor ve bu her iki durum da izleyicisini oldukça yaralıyor. 

  • The Unknown Saint (İstanbul Modern)

İstanbul Modern’in Oscar’ın Yabancıları Seçkisinde bu hafta izleyebildiğim film Fas’ın adayı Alaa Eddine Aljem imzalı The Unknown Saint. 10 Şubat’ta açıklanan kısa liste içerisinde yer almayan bu film küçük insanların umut bağladıkları maneviyat ve bu maneviyata uzak yabancıların sahip olduğu açgözlülük üzerine son derece yalın bir kara komedi. Bir iki sahne dışında hemen hemen hiç müzik olmadan, tamamen anın dokununu aktaran film, ritm olarak bir aksak olsa da perdeye aktardığı dünyanın özellikleri çok güzel yansıtıyor. 

  • D.N.A. – Decisamente Non Adatti (İtalyan Kültür)

İtalyan Kültür Merkezi yıl içinde yaptığı seçkiler her zaman keyifli bir alternatif olmuştu. Geçtiğimiz yıl malum sebeplerden dolayı çevrimiçi gösterimlere evrilen bu seçkilerde yakın zamanda yayınlanan DNA:Kesinlikle Uygun Değil filmi uzun zamandır yarıda bıraktığım nadir filmlerden biri oldu. Tabi şu anki İtalyan sinema sektöründen İtalyan yeni gerçekçiliği akımında bir film beklemiyordum ama yine de köklü sinema geçmişinin bir uzantısı olarak daha yüksek kalitede bir film beklerdim. Oysa İtalya’nın bir nevi BKM filmine denk gelmek acı bir tecrübe oldu. Aynı senaryoyu Güldür Güldür oyuncuları ile çeksen hiç sırıtmaz. Sadece yarım saat dayanabildim ve o bile zaman kaybı oldu benim için. 

  • Kısa Filmler (Gain)

Gain Medya’yı diğer platformlardan ayıran en sevdiğim özelliği kısa filmler için güzel bir seçki sunuyor olması. Telefon üzerinden kısa süreli içerik tüketme anlayışının bir örneği olan Gain’e çok uyan bu yapımlar, kısa film sevenler için bir cennet niteliğinde. 

Yorum bırakın