Dijital Platform Rehberi 2 – Bu Hafta Neler İzledim?

–Bundan sonrasında filmlere ve dizilere dair keyif kaçırıcı bilgiler (spoiler) olabilir–

  • Küçük Şeyler (Blutv)

Yönetmen Kıvanç Sezer’in 2019 yapımı filmi Küçük Şeyler vizyona girdiği zaman yeteri kadar salonda gösterim şansı bulamamaktan dolayı oldukça sınırlı bir izleyici çevresine ulaşabilmişti. Kısıtlı gösterim ağı nedeniyle ben de maalesef vizyon zamanı izleme şansına erişememiştim. Blutv’ye eklenir eklenmez bu merak ettiğim filmi izleme şansına eriştim. İşin açıkçası ilk çıktığı zaman yapılan yorumlar üzerinden baya yüksek bir beklentiye girmiştim ama aradan geçen zamana rağmen maalesef izlediğimde bu beklentimi pek de karşılamadığını gördüm. Bir beyaz yakalı olmamdan dolayı filme konu olan hislere oldukça yakınım ve kurulan dünyanın gerçekliğine kefilim. Her ne kadar bu durum senaryonun inandırıcılığına büyük bir katkı sunsa da ben maalesef karakterlerin çok da derin yazılmadığı kanaatindeyim. Daha derin karakter analizleri üzerinden ilerleyen bir film olsaydı, dramatik yapı daha güçlü olabilirdi diye düşünüyorum. 

  • The Map of Tiny Perfect Things (Amazon Prime)

Her gün aynı günü yaşama konusu sinemanın en klişe konularından biridir diyebiliriz. Bu filmde de neden olduğuna değinmeden aynı gün döngüsü içine sıkışmış iki karakterin günlük yaşamın güzelliklerini ve aşkı bulma çabalarını izliyoruz. Filmde de çokça bahsedilen Groundhog Day filminin etkisinde bir film diyebilirim. Filmin ana teması zaman döngüsü içinde sıkışmaktan çok gündelik yaşamın içinde kaçırdığımız küçük mutlu anların aslında ne kadar önemli olduğu üzerine. Sonlara doğru klişelere sarsa da kurduğu dünya oldukça güzel ve samimi. Keyifli bir pazar akşamı kendini iyi hisset filmi alternatifi olabilir. 

  • 50 M2 (Netflix)

Netflix’in yerli yapımlara ağırlık verdiği bu zamanlarda Burak Aksak’ın senaryosunu yazdığı Selçuk Aydemir’in yönettiği 50 M2 iddialı kadrosuyla hayli fırtına koparmıştı. Bana kalırsa yarattığı hype’ın karşılığını veremeyen, ilerisi için izleme şevki oluşturamayan bir yapım olarak değerlendirebilirim. Hele Leyla İle Mecnun gibi efsaneyi yaratan Burak Aksak’ın kaleminden çıkacak bir yapımın daha kaliteli, karakterlerin daha derin olmasın beklerdim ama maalesef bu beklentilerimin karşılığını bulamadığını söyleyebilirim. Hatta biraz daha ileri giderek şu an ana akım medyadaki kötü maftya dizilerinin klişelerine sarılmış olduğunu söylemek zorundayım. O tür yapımlardan tek farkı Aksak’ın kendine has absürt mizahının fazlaca yer alması. Bu durum ilk başlarda klasik bir mafya kaçma-kovalamaca hikayesinden çok farklı bir mizah sosuyla tatlandırılmış bir hikaye izleyeceğimiz intibası uyandırsa da maalesef bu vaat gerçekleşmiyor ve ‘mafyalı mahallenin muhtarları’ çizgisinde bir yere yerleşiyor maalesef.

  • Druk – Another Round (İstanbul Modern)

İstanbul Modern’in her sene klasik haline getirdiği Oscar’ın Yabancıları seçkisi bu yıl bildiğiniz durumlardan dolayı çevrimiçi gerçekleşmek zorunda kaldı. 93. Oscar ödüllerinde ülkesi Danimarka’yı temsil edecek başrolünde usta isim Mads Mikkelsen’i barındıran Thomas Vinterbeg’in yönetmenliğini yaptığı Druk (Another Round), bu hafta izlediğim filmler ve diziler içerisinde açık ara en iyisiydi diyebilirim. Sıkıcı dünyalarına biraz hayat katmak isteyen dört lise öğretmeninin her gün belli bir düzeyde alkol tüketmenin stresi azalttığı ve sosyal ilişkileri arttırdığı yönündeki bir tezin doğruluğunu test etmek üzere giriştikleri deneyi konu alıyor. Her ne kadar ilk başlarda belli bir düzeyde alkol kullanacakları bir deney oluşturdularsa da zaman geçtikçe dozu arttırmalarıyla bazıları için bu durum yıkıma kadar gidecek olaylar silsilesinin başlamasına neden olacaktır.  “Her şey zehirdir, önemli olan dozdur” sözünün ana temasını oluşturduğu yapım gitgide artan gerilim dozuyla ve  özellikle Mikkelsen’in olağanüstü oyunculuğuyla izlerken tam anlamıyla doruk noktasına çıkarıyor. Hele filmin son sahnesi tüm izlediğim filmler içinde en iyi çekilmiş sahnelerden biri diyebilirim. 

  • David Lynch: The Art Life (Mubi)

David Lynch’i uzun uzadıya anlatmak gereksiz. Tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır bir karakter, son yıllarda popülaritesini yitirse de bence yaşayan yönetmenler arasında sinemasını en çok sevdiğim yönetmenlerden biri. Özellikle Hollywood gibi yapımcıların dominant olduğu bir sektörde kendi sinema dilini direterek bir filmografi yaratabilmesi bana her zaman takdir edilmesi gereken bir durum olarak gelmiştir, sırf bu yönü ile birlikte sinemasının değeri artması gerektiği düşüncesindeyim. 2016 yapımı bu belgesel Lynch’in sinema yönünden çok resim sanatının geçmişini anlatırken gündelik sanat üretiminin de ayrıntılarına vakıf oluyoruz.  Bir yönetmenin ve bir resim sanatçısının günlük rutinini izlemek ve sanat eseri yaratım sürecinde geçmişinden nasıl faydalandığını görmek anlamında oldukça önemli bir belgesel

  • Beni Kendimden Koru (Gain)

3 bölümlük bu kısa belgesel filmde Mersin Tarsus’da motor yarışı yapan insanların hayatlarına tanık oluyoruz. Belgeselin yönetmeni Ümit Oktay Aymelek 140journos belgesellerinin yönetmenlerinden biri, zira belgeseli izlerken çekim ve anlatım dili olarak çokça 140journos yapımlarını anımsattığını da söyleyebilirim. Belgeselde beni en çok çeken şey, hiç bilmediğim ve  işin açıkçası hiç de merak etmediğim bir kültürü anlatırken o dünyaya dair çok şeyi hiç müdahil olmadan direkt o kültürü yaşayan insanların aktarması oldu. Günlük hayatın zorluklarından dolayı kendi hayatlarına değer biçemeyen insanların, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yarattıkları bu dünya oldukça enteresan. Belgeselin ismi de bir o kadar doğru özetliyor ki  o hayatları. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s