Yeni bir yazı dizisiyle sizleri selamlıyorum. Bundan sonra mümkün olduğunca stream platformlarda izlediklerim üzerinden bir rehber yapmaya çalışacağım. Bilindiği üzere artık televizyon ana akım medya olmaktan çıktı ve genel izleyiciye hitap eden bayık türk dizileri ve yarışmalar dışında bir şey yayınlanmaz oldu. Hal böyle olunca zaman geçtikçe stream platformları sayıca artarken, var olanlar da bu pazar yarışında kalıcı olmak için ilgi çekici projelere yeşil ılık yakmaya başladılar. Bu kadar fazla seçeneğin bulunduğu bir ortam ilk başta güzel gelse de, tüm bu seçenekler içinde kaybolmak ve ne izleyeceğini bulamamak büyük bir sorun haline geliyor. İşte bu yüzden elimden geldiğince kendi izleme deneyimlerimden yola çıkarak sizlere bu rehberi hazırlama sorumluluğuna giriştim. Umarım siz okuyucular için yararlı olur.
–Her bir dizi için spoiler içeren bilgiler olabilir.–
- Bonkis (Blutv)

Deniz Tezuysal’ın kendi hayatından yola çıkarak senaryolaştırdığı Bonkis, dizi ile aynı adı taşıyan cafesinde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadın ve çevresinde yaşayanları konu alıyor. Mimarlık mesleğini yapmaktansa hayallerinin peşinden koşup açtığı cafesini maddi yönden ayakta tutmaya çalışırken, hayatında gitmeyen çoğu şeyi de yoluna koymasını izliyoruz. Bu diziyi izlerken bolca Fleabag havası aldım desem yeridir. 8 bölümlük, her bir bölümü yaklaşık 15-20 dakika süren çıtır çerezlik, hemen bitimelik keyifli bir dizi.
- Terapist (Gain)

Yılın başında yayın hayatına başlayan, Amerika’daki muadili Quibi gibi kısa süreli içeriklerin yer aldığı ücretsiz platformda yayınlanan ilk dizi. Günümüzün modası psikiyatr konulu dizilerden biri olması ilk etapta sizde önyargı oluşturmasın, ele aldığı konu psikiyatr-hasta ilişkisinden çok merkezine aldığı cinayet üzerinden bir izlek kurması oldukça enteresan ve kısa süresine rağmen anlatmak istediği dünyayı oldukça detaylı anlatıyor.
- Euphoria (Blutv)

Emmy ödülü almasıyla Zendaya’nın dünyaca ününün de artmasına sebep olan son yılların en çok beğenilen yapımlarından biri Euphoria. İsrail yapımı aynı isimli diziden uyarlanan yapım, Zendaya’nın canlandırdığı Rue isimli 17 yaşındaki ana karakterin seks, travmalar, uyuşturucu ve gençlik problemleri etrafında dönen hayatının bir kesitini aktaran bir gençlik dizisi. İlk sezonu büyük bir ilgiyle karşılaşınca hemen ikinci sezon için kollar sıvanmış ama maalesef çekimler pandemiye takılmıştı. Şimdilik yeni sezon gelene kadar elimizde ilk sezon ve iki bölümlük noel-pandemi özel bölümleri var. Değişen sosyal algıların bir sonucu olarak lgbti ve toplumsal cinsiyet temalarının daha cesur kullanıldığı, lise gençliğini anlatırken otosansür batağına düşmeden son derece ekstrem sahnelerle anlatması filmin gerçekliğinin izleyiciye geçmesine büyük bir katkı sağlıyor.
- Malcolm & Marie (Netflix)

Eurohia’nın yönetmeni Sam Levinson ve başrol oyuncusu Zendaya’yı tekrar bir araya getiren Netflix yapımı film bi nevi Europhia’nın devamı niteliğinde. Zendaya’ya yapımda John David Washington eşlik ediyor. Tek bir mekanda iki karakter ile geçen film, zekice yazılmış diyaloglar üzerinden ilerliyor. İlk filminin galasından gelen yönetmen Malcolm ve sevgilisi Marie’nin ilişkileri üzerinden hayatı tartıştıkları bir nevi felsefik bir tartışma platformu gibi ilerlerken, yükselen ve alçalan dalgalı ritmi, tek mekanda geçmesine ve fazla aksiyon olmamasına rağmen izleyicinin sıkılmamasını sağlıyor.
- Gibi (Exxen)

Acun Ilıca’nın yeni girişimi Exxen’deki içeriklerin hedef kitlesi daha çok televizyondan yavaş yavaş uzaklaşan ama televizyondaki anlatım kalıplarına alışkın genel izleyici olsa da platformdaki tüm içerikler içinde bence en ayrıcalıklı ve en kaliteli yapım Feyyaz Yiğit’in Gibi’si. Feyyaz Yiğit’i uzun uzadıya anlatmak yersiz. Ölümlü Dünya ve Cinayet Süsü ile sinemada kaliteli komedi işlerinin yaratıcılarından olmasının yanı sıra, şu an için bence absürt mizahın en önde gelen isimlerinden biri diyebilirim. Gibi’de de birbirine benzemeyen iki arkadaşın kendilerini soktuğu komik durumları izliyoruz. Her bir bölüm birbirinden bağımsız ayrı bir absürtlüğe ev sahipliği yapıyor.
- Mimaroğlu (Mubi)

60’lı yıllarda Türkiye’den ABD’ye göç eden efsanevi elektronik müzik bestecisi İlhan Mimaroğlu’nun hikâyesini anlatan MİMAROĞLU belgeseli, büyük bir sır perdesini aralıyor ve hakkında çok az şey bilinen radikal sanatçı İlhan Mimaroğlu’nun alabildiğine samimi bir portresini ortaya koyuyor. İşin açıkcası elektronik müziğe ilgim pek olmadığı için İlhan Mimaroğlu ve müziğine pek hakim değildim ama belgeseli izleyince yaptığı müziğin evrenselliğini ve etkisini görünce kendi cahilliğimden utandım diyebilirim.
- Dunkirk (Blutv)

Şu an aktif yönetmenler içinde bence açık ara en iyilerden biri Christopher Nolan. Son fimi Tenet’in pandemi dönemine denk gelmesi yüzünden pek istediği karşılığı bulamasa da her yaptığı olay olan, Martin Scorsese gibi büyük bir yönetmenin bile istediği bütçeleri bulamadığı bir sektörde istediğini yaptırabilen, filmlerinde istediği kadar uçak patlatabilen bir kaç yönetmenden biri. Hemen hemen bütün filmlerini izlemiş biri olarak 2017 yapımı Dunkirk filmini nedense bugüne kadar izleyememiştim. İşin açıkçası ilk çıktığı zaman izlemediğim için kendime kızmış değilim, zira biraz hayal kırıklığına uğratmadı değil. İngilizlerin ikinci dünya savaşında Dunkirk operasyonunu ele alan film, genel olarak savaş filmi dramasından çok savaş belgeseli gibi olmuş. Bu haliyle bile çok görkemli bir yapım olsa da benim tercihim daha çok draması yüksek bir film olması yönünde olurdu. Bu belgesel havası maalesef filmin İngilizlerin başarıyla gerçekleştirdiği operasyonun milliyetçi bir propagandası gibi algılanıyor , evet belki İngilizler için görkemli olabilir ama benim için savaş filmlerinin oturması gereken dramatik yapı savaşın kötülüğü ve kazananın olmadığı bir durum olmasıdır, ama Dunkirk’te buna dair bir yaklaşım olmaması filmin inandırıcılığına ket vuruyor diyebilirim.